19 Aralık 2011 Pazartesi

Ölü Ozanlar Derneği Notlarım


Ölü Ozanlar Derneği Notları


1989 yapımı “Ölü Ozanlar Derneği” şahsen Robin Williams ile ilk tanıştığım filmdi. Talebelerini etkileyen, bilgi ve birikimiyle kendisine hayran edip onları avucunun içine alan hoca teması pek çok filmde işlenmiştir. Nedense bu tür filmlerin kötü çekilmiş olanları bile izleyiciye derinden tesir eder. Şöyle talebesi olup peşine düşülebilecek sağlam bir hoca bulamayışımızın bunda etkisi vardır muhakkak!


Sarmaşık Ligi
Robin Williams’ın böylesi bir hocayı başarıyla oynadığı bir film olan “Ölü Ozanlar Derneği” 1958 yılında, Wellton isimli kurgusal bir okulda geçiyor. O sene okulda öğretmenliğe başlayan John Keating isimli edebiyat hocası aslında öğretmenlik yaptığı okulun eski mezunlarından. Wellton isimli bu lise aslında sarmaşık ligi (Ivy Leaguge) denilen, ABD’nin  kuzeydoğusundaki sekiz vakıf üniversitesinin oluşturduğu birlik okullarına öğrenci yetiştirmekle övünen bir lise. Aslında bir spor ligi olarak kurulmuşolan “Sarmaşık Ligi” artık bugün, akademik mükemmellik, zor öğrenci alma ve elitizm ile bağdaştırılmakta. Bu lige dahil olan okullardan birkaçını sayarsak zaten hemen bir fikir uyanacaktır: Harward, Princeton, Pensilvanya ve Yale...


Kalvinistler
Okulda dini temellere oturtulduğu sıkça vurgulanan bir disiplin söz konusu. Orta-üst sınıftan aileler, ciddi maddi zahmetlere girerek, yukarıda bahsedilen üniversitelere gidip mühendis, doktor, avukat olarak mezun olsunlar diye çocuklarını Wellton lisesine gönderiyorlar. Burada öğrencilerin ailelerinden tevarüs etmeleri beklenen bir Kalvinist adanmışlık söz konusu. Vikipedia’da yardım alarak Kalvinizm ya da Kalvenizm hakkında bir not düşelim:

“Protestanlık'ta Kalvenizm mezhebine göre dürüstlük ve çalışkanlık birinci sırada yer alır. Calvin'e göre çalışkan, dürüst olan, dünya nimetlerinden uzak durarak ibadet edenler rahipler kadar Tanrı'nın selametine hak kazanmış, küçük seçilmişler grubunun üyeleriydi. Günah olansa lüks yaşam, süslü elbiseler ve mücevher kullanmak; dans etmek, sarhoş olmak ve tembellikti.”

Batı medeniyetini bugün bulunduğu bilimsel, teknolojik üstünlük noktasına getiren önemli anlayışlardan biri sayılan bu anlayışın filmde derinden eleştirildiğini görüyoruz. Öğrenciler okulun Wellton olan ismini bir harf değişikliğiyle İngilizce hell:cehennem kelimesine gönderme yaparak Hellton olarak telaffuz ediyorlar. Bu aslında okuldan ve benimsenen usullerden ne derece nefret ettiklerini gösteriyor. Tabi bu görüş tüm öğrencilerce paylaşılmıyor. Kalvinist ideallere inanan, kendisi için tasarlanan geleceği elde etmek için gayret eden çok öğrenci de var.


Gassal Elinde Meyyit
İlk edebiyat dersinde öğretmen John Keating klasik bir giriş yapıyor ama hemen sonra  o klasik anlayışı tamamen değersiz bulduğunu belirtince öğrenciler ciddi bir gayretle aldıkları notları karalayıveriyorlar. Eskiler talebenin hocası karşısındaki vaziyetini tarif ederken “gassal elinde meyyit” deyimini kullanırlarmış. Gassal, gusleden, ölüyü yıkayan kişiye deniyor. Meyyit de ölü. Bir ölü beden, onu yıkayan kişinin elinde nasıl tepkisizi nasıl itirazsızsa ideal talebe de ideal hocanın elinde öylesine itaatkâr olur denilir. İşte Keating’in de karşısında böyle bir sınıf bulunuyor. O noktadan itibaren de Keating öğrencilerinin kafalarına yeni fikir tohumları atmaya başlıyor. İlk iş olarak onlara, şiir hakkında beğenmediği kanaatler öne süren kitap sayfalarını yırtmalarını söylüyor.


Kitap Sayfası Yırtmak
Benimsedikleri “kutsal doktrini” simgeleyen ders kitaplarından sayfa yırtmak öğrenciler için hiç de kolay birşey değil. Zira bunu onlara salık veren kişi yine şartsız itaatle teslim oldukları müessesenin “hocası”. Aslında bu çatışmayla Bay Keating ilk anda “surda bir gedik” açmış, müesses nizamın şiddetle sorgulanabilmesine ilk defa imkan sağlamış oluyor.

Böylesine şiddetle eleştirilen görüş bir şiiri kıymetlendirmekle ilgili. Okudukları kitabın yazarı bir şiirin kıymetini anlamak için iki temel soruya cevap aranması gerektiğini söylüyor. İlki şiirin anlatmak istediği meselenin ne kadar ustalıkla işlenmiş olduğu, ikincisi bu meselenin ne kadar önemli olduğu. Filme Keating şiirin böyle matematiksel yaklaşımlarla değerlendirilemeyeceğini öğrencilerine anlatmak istiyor.

Şiir
Ben filmden istenen dersi çıkaramamış olacağım ki bu konuda Keating’in fena halde yanıldığını düşünüyorum. Şiirin, hayatın pek çok dalında olduğu gibi kıymetlendirilmesi için bazı objektif kriterler bulunması gerektiğine inananlardanım...

Carpe Diem
Keating öğrencilerine latince bir söz öğretiyor: “Carpe Diem - Günü yakala” Hayatın iliğini emmekten, bunu yapmak için de kendilerine sunulan kalıpları kırmaları gerektiğinden bahsediyor.

Hedonizm
Burada yüceltilen “hayatın iliğini emmek” hedefi-ideali bana son derece hedonist bir hedef gibi geldi. Hiç de şiirsel bir çekicilik bulabildiğimi söyleyemeyeceğim bu çağrıda. Dünü ve yarını düşünmeden, sadece bugün azami zevk ve asgari acı çerçevesinde bir hayat peşinde koşmak insanî olmaktan çok çok uzak göründü gözüme...

Okulun eski bir albümünde fotoğrafını bulup getiren öğrencilerine Keating’in albümü yakmalarını söylemesi de carpe diem ideali doğrultusunda görünüyor: dünü bırak günü yakala...

Farklı Açılar
Meselelere farklı açılardan bakabilmek için bulunulan yerden ayrılmak, yer değiştirmek önerisi filmde altı çizilmesi gereken önemli bir motif. Keating talebelerine “yanlış ve aptalca görünse de kendi seslerini bulana kadar bunu denemeleri gerektiğini söylüyor. Gençlerin kendi yürüyüşlerini bulmaları için denemeler yapmaları, akıntıya karşı yüzmeleri ve kendileri için düşünmeyi öğrenmeleri  konusunda öğütlenenler de bu kapsamda dikkat çekiyor.

Okul ve Hocalar
Filmde beni en çok etkileyen şeylerden biri hadiselerin geçtiği okul binası ve çevresi oldu. Şehirden uzak, tabiatın ortasında, yakınlarından ırmaklar akan, bir yanında göl, bir yanında orman bulunan, ördeklerin gezdiği, kürek çekme antrenmanlarının yapılabildiği, bisikletle gezilebilen, futbol sahalarının bulunduğu böylesi bir okulun bir eşi ülkemizde var mıdır acaba diye düşünmeden edemedim.. Sadece okulun fiziki şartları değil, hocaların kendilerini adamışlıkları, mesleklerini derinden benimsemeleri de çok dikkat çekici geldi.

Sıradan Olmamak
Hocanın “avucuna alamadığı” bazı tipler de var elbette. Bunlardan birisinin kendisini ciddiye almadığını gösteren öylesine yazılmış “şiirine” karşı Keating’in sözü akıllarda kalıyor: “Şiir çok basit olabilir bunda bir sakınca yok. Yeter ki şiirlerinizin sıradan olmasına müsaade etmeyin.”

Sıradan olmamak için talebelerden Charlie’nin sıradan adını reddedip kendine “Nuwanda” diye isim koyması Keating’in öğrencilerine ulaştığını gösteriyor. Fakat burada da bir “ölçü” problemi başgösteriyor. Öğrenciler işi abartıp kendilerini ciddi risklere atmaya başlayınca hocalarının onları uyarmak zorunda kalması insana “ne oldu carpe diem?” diye sordurtuyor!
Filmde “akıntıya karşı yüzme” iradesi kırılan delikanlının intihar etmesi dramatik bir öğe olarak katkı sağlasa da verilen mesaja biraz gölge düşürüyor doğrusu... İdealler uğruna çatışmayı göze almanın anlatıldığı bir hikayede bu öğütlenen hareket tarzını deneyip yapamayan öğrencinin canına kıyması çok da uygun olmamış gibi geliyor.

Filmin unutulmaz son sahnesinde öğrenciler okuldan atılan hocalarını, şiddetle uyarıldıkları halde sıralarının üzerine çıkarak uğurluyorlar. Burada hem sisteme meydana okuma potansiyeline kavuştukları, hem de bakış açılarını değiştirdikleri vurgulanıyor. Son sahnede kamera kapıdaki Keating’e yukarıdan, öğrencilerin baktıkları yerden, yani Keating’in öğrencileri çektiği yeni yükseklikten bakıyor.

Film pedagojik, felsefi ve dini açılardan çok çeşitli ve zengin çağrışımlarıyla mühim filmler listemizde yerini alıyor. Şahsen beğenmediğim ve benimsemediğim bir mesajı olsa da bu filmin seyredilmesi ve tartışılması gereken bir film olduğunu not etmek istiyorum.

Salih Cenap Baydar
19.12.2011

Hiç yorum yok: