9 Aralık 2008 Salı

Din özgürlüğü ve dinden özgürlük

Prof. Dr. Atilla Yayla

Yaklaşan genel mahallî seçimler siyasî partileri hareketlendirdi. CHP, türbanlı ve hatta çarşaflı kadınlara parti kapılarını açtı. MHP, Alevilere yönelik son derece medenî, barışçı ve demokratik bir açılımın işaretlerini verdi.

AKP, galiba MHP'nin çıkışından da hız alarak, aylardır konuşulan ancak sürüncemede kalan Alevilerle ilgili reformlar için düğmeye bastı. Bütün bunları demokrasinin nimetlerinin bir demeti olarak görmek gerek. İyi ki demokrasi var, seçimler var; olmasaydı devlet otoritesi vatandaşları şu veya bu niyetle tahakküm altına alma ve biçimlendirme çabalarını tek parti döneminde olduğu gibi engelsiz sürdürebilirdi.

Seçimler yaklaştıkça neler olacağını göreceğiz. Ancak, olan biteni daha iyi anlamak ve geleceğe ilişkin yararlı bir pusulaya sahip olmak için din özgürlüğü ve laiklik konularında teorik tartışmaları sürdürmek gerekiyor. Netice itibarıyla ülkedeki keskin kutuplaşmanın arka planında din özgürlüğü ve laikliğin ne olduğuyla ilgili anlayış farklılıkları yatıyor. Bu farklılıkları azaltıp beraber yaşamamızı mümkün kılacak bir çerçevenin genel ilkelerine ulaşabildiğimiz takdirde kronik problemlere çözüm üretme şansımız da artacaktır. Bu konuyu tartışırken çeşitli kavramsal çerçeveler kullanılabilir. Bazı kesimlerin ısrarla istihdam ettiği, vurguladığı, öne sürdüğü bir kavram laikliktir. Ne var ki, çoğu zaman laiklik kavramı konuyu bütün boyutlarıyla ele almakta yetersiz kalmaktadır. Bunda, kavramın araçsallıktan uzaklaştırılmasının ve zaman zaman bir ideoloji hatta bir din haline getirilmesinin rolü büyüktür. Böyle yapıldığında laiklik, özgürlükleri budayan bir toplum projesinin temelini teşkil etme rolünü üstlenmekte ve tarihî fonksiyonunun tersine hizmet etmeye başlamaktadır.

Öyle sanıyorum ki; konuyu din özgürlüğü ve dinden özgürlük kavramları çerçevesinde ele almak bazı bakımlardan aydınlatıcı olacaktır. Din özgürlüğü laikliğin özüdür. Din özgürlüğü, insanların dinî inançta sınırsız; dini yaşamakta ve dışa yansıtmakta ise insan hakları tarafından çizilen sınırlar içinde tam bir özgürlüğe sahip olmasıdır. Burada sözü geçen haklar ve özgürlük, iktidar sahiplerinin insanlara layık ve yeterli gördüğü haklar ve özgürlük değildir, insan olarak doğuştan sahip olduğumuz haklar ve özgürlüktür. İktidar, bizim haklarımızı ve özgürlüğümüzü belirlemez, bizim haklarımız ve özgürlüğümüz iktidarın sınırlarını çizer. Din özgürlüğü unsurunu yitirmesi halinde laiklik, laiklik olmaktan çıkar. Toplumsal barışın aracı olmaktan uzaklaşır, ceberut bir azınlığın topluma tahakkümünün aracı ve gerekçesi olur. Bütün istikrarlı demokrasilerde ister laiklik ilkesi yoluyla olsun ister laikliğe başvurmadan olsun din özgürlüğü tanınır ve korunur. Din özgürlüğü insan haklarıyla ilgili temel metinlere de girmiştir. Mesela, burada anlatıldığı şekliyle din özgürlüğü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde açık ve net şekilde ifade edilmektedir. Bu belge açısından bakıldığında Türkiye'de kâmil bir din özgürlüğünün varlığından söz edilemez. Bu yüzden, AB üyesi olması halinde Türkiye, bu sözleşmeye uymak ve laiklik anlayış ve tatbikatını kökten değiştirmek zorunda kalacaktır.

Dinden özgürlük kavramı çoğu zaman din özgürlüğü ile karıştırılmaktadır. Dinden özgürlük, kişilerin dünya görüşlerinde ve hayatlarında dine önemli bir yer vermemeleri veya yapabiliyorlarsa hiç yer vermemeleridir. Özgürlükçü bir ülkede hiç kimse bir dini benimsemek ve onun gereklerini yerine getirmek zorunda değildir. Bir başka deyişle böyle kişiler din özgürlüğünü dinlerden uzaklaşma, dini hayatlarından çıkarma yolunda kullanabilirler. Buna hakları vardır. Böyle yapmalarının engellenmesi ve kişilerin bir dine inanmaya veya onun pratiklerini izlemeye zorlanması din özgürlüğünün ihlali anlamına gelir.

Ancak, kişilerin bunu yapmaya tam haklarının olmasına karşılık, siyasî ve hukukî sistem kişilere bunu yaptırmak üzerine dizayn edilirse vahim bir din özgürlüğü problemi doğar. Laik demokratik bir ülkede siyasî ve hukukî sistem nasıl ki din kuralları üzerine kurulamazsa toplumu dinden arındırma esası üzerine de kurulamaz. Türkiye, Cezayir, Tunus gibi laik ülkelerde ortaya çıkan din özgürlüğü problemlerinin kaynağı işte bu anlayıştır. Bu ülkelerde kamu otoritesi toplumu dinden arındırma veya dinî otorite sahiplerinin tanımlayacağı bir alana sıkıştırma görevini üstlenmektedir. Daha doğrusu kendi kendine böyle bir görev biçmekte, böyle bir misyon vermektedir. Bu yüzden, özgürlüğün hamisi ve toplumsal barışın çerçevesi olması gereken laiklik ilkesi, iktidar elitleriyle toplum arasında bir tahakküm ilişkisine ve devlet iktidarının toplumun dindar kesimlerine savaş açmasına dönüşmektedir.

Dini vicdanlara hapsetmek insan hakkı ihlalidir

Bu çarpık ve zararlı anlayışın yansımalarını yüksek yargı organlarının kimi kararları yanında akademik camiadaki ve diğer yerlerdeki bazı aydınların yazı ve konuşmalarında da görmek mümkündür. Buna göre laiklik, dinin insanların vicdanlarında kalması, toplumsal hayata yansımamasıdır. Hatta bazıları dinin bireylerin sosyal, dünyevî hayatına bile yansımaması gerektiğini düşünmektedir. Bu kimselere göre laiklik, aynı zamanda bireyin dinin baskılarından korunmasını da gerektirmektedir. Bunu yapacak olan ise kamu otoritesidir.

Bütün bu görüşler hep dinin geri ve geçmişe ait bir şey olduğu, modern hayatla ve akıl ve bilimle bağdaşmayacağı varsayımlarına dayanmaktadır. Keza bireylerin kendi hayat yollarını çizmekten aciz ve normal şartlar altında hep edilgen varlıklar olduklarını, yani bilinçli bireysel tercih olarak dine yönelmek yerine dindar olmak ve dini yaşamak için birileri tarafından kandırıldıklarını, manipüle edildiklerini ve hatta zorlandıklarını varsaymaktadır. Bireylerin teşkilatlı dinî grupların insan hakları ihlallerine karşı korunmaları gerekli ve meşrudur. Bu tür ihlallerin başka sebeplerle yapılan insan hakları ihlallerinden bir farkı yoktur. Ancak, buradan, bireylerin icabında din alanında kendi tercihlerine karşı da korunmaları gerektiği yolunda paternalist bir sonuç çıkarılamaz. Din özgürlüğü dinden özgürlüğü de kapsar. Hayatın akışına bağlı olarak insanlar dinî veya ladinî tercihlerde bulunabilirler. Hayatlarında dine şu veya bu ölçüde yer verebilirler. Veya hiç yer vermezler. Bu tamamen kendilerinin bileceği, kendilerini ilgilendiren bir iştir. Din özgürlüğünü esas alan bir laiklik, gerçek ve doğru anlamda laikliktir. Bu sayede toplumsal çeşitliliğin unsurları barış içinde bir arada barınabilir ve dinî ve ladinî hayat tarzları bir rekabet içinde yaşar. Bu rekabet hem bireysel özgürlük alanını genişletir hem de medenîleşmenin ve iktisadî ve sosyal alanda gelişmenin yolunu açar. Buna karşılık, kamu zoruyla dinden özgürlük, yani devlet iktidarının vatandaşları dinden uzaklaştırma veya dinî inanç ve pratikleri kendince biçimlendirme, keyfî biçimde sınırlandırma çabaları toplumsal barışı berhava eder; toplum kesimlerini birbirine karşı kışkırtır; barışçı rekabeti değil yıkıcı soğuk savaşı ve düşük şiddetli çatışmayı besler.

Türkiye'nin cumhuriyet dönemi laiklik serüveni bir anlamda din özgürlüğü ile dinden özgürlük nosyonlarının mücadelesinin tarihidir. Ülke demokrasiye geçişle birlikte mecburen ve olması gerektiği gibi din özürlüğüne yönelmiştir. Ancak, din özgürlüğünü değil dinden özgürlüğü savunan tek parti dönemi anlayışı bu yönelişe şiddetle karşı çıkmıştır. Ve her geçen gün zayıflamasına rağmen bu tutumunu hâlâ devam ettirmektedir. Oysa, din özgürlüğünün gerçekten tesis edilmesi bireysel olarak dinden özgürlük isteyenleri de rahatlatacak ve hayat tarzlarını garanti altına alacak yegâne yoldur.

PROF. DR. ATİLLA YAYLA - GAZİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ

02 Aralık 2008, Salı

Kaynak: http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=766396&title=yorum-prof-dr-atilla-yayla-din-ozgurlugu-ve-dinden-ozgurluk

Hiç yorum yok: