Oyunun ikinci sahnesi: Az evvel
uğurlanan minik yolcu, birkaç adım ötede, bir kontrol noktasından geçmesine
mani olan asker rolünde bir çocukla karşılaşıyor. Kendinden emin adımlarla kendini
durdurmaya çalışan “düşmanın” ve sözüm ona kontrol noktasının ortasına
ilerliyor ve var gücüyle bağırıyor: Allahuekber!
Sesi duyan tüm çocuklar avuçlarında sakladıkları
toprakları göğe savuruyorlar ve kendilerini yere bırakıyorlar. Bir anda her yer
toz duman oluyor. Tüm çocuklar şimdi yerde yatıyor.
Oyunun son sahnesi: Az önce
intihar eylemcisini oynayan ufaklığı uğurlayanlar koşup, yerde birbirlerinin
üzerine yığılmış yatan küçük bedenlerin yüzlerindeki toprakları siliyorlar.
Tahmin etmişsinizdir. Bu insanın
tüylerini diken diken eden, insanı isyana, infiale sevk eden sahneler Afganistan’da
yaşayan yavrucakların aralarında oynadıkları dehşetli “oyunun” bir kameraya
yansıyan anları.
Şimdi size başka bir sahne…
İtalyan yönetmen Roberto Benigni'in, 1997
yapımı Hayat Güzeldir (La vita è
bella) filmindeyiz.
Filmin konusu binlerce benzeri gibi, Yahudi soykırımı. Bu filmde de kara gözlü
minik bir yavru var: Giosuè. Babası,
muhtemelen öldürülecekleri çalışma kampına beraber götürüldüğü beş yaşındaki
oğluna, yaşadıkları terörü aksettirmemek için bir yalan uydurur: Yaşadıklarının
hepsi uzun soluklu bir oyundur ve baba oğul olarak yarışılan bu zorlu oyunu
kazananın ödülü gerçek bir “tank” olacaktır. Herşeyden habersiz masum
yavrusunu, kendilerine uygulanan her türlü zulmün bir oyun aşaması olduğuna ikna
etmeyi başaran baba, Amerikan ordusunun onları kurtarmaya gelmesinden bir gün
önce öldürülür ama hâlâ oyunda olduğunu zannederek bir kutuda saklanan Giosuè
yaşar. Onları kurtarmaya gelen Amerikalı askerlerin tanklarını görünce,
çıkardığı başarılı oyun neticesinde babasının vadettiği ödülü kazandığından
şüphesi kalmaz. Çocuğun annesini görünce sevinçle haykıracağı tek şey
vardır:
Biz kazandık!..
İki coğrafya, iki kurgu…
Bir tarafta, patlamamış bombaları
oyuncak niyetine atıp tutar gibi yaşadıkları terörü oyunlaştırmalarına engel olamadığımız
biçare çocuklarımızın, öte tarafta sırf çocuğunun ruhu örselenmesin diye içine
düştüğü karanlık kuyuyu sahte ışıklarla bezemek için çırpınan bir babanın
hikâyesi.
Kucaklanıp, ölümden, kandan,
nefretten, şiddetten en uzak neresi varsa oraya kaçırılması gereken masum
yavrularımıza reva gördüğümüz hayat bunlardan hangisi olmalı?
Maalesef savaşların getirdiği
ölümlerin kanlı karanlığını çocuklarımızdan uzak tutmamız gerektiğini bir türlü
kavrayamıyoruz.
Önce Afganistan’dan başlayıp,
İtalya’da sürdürdüğümüz seyahatimizi ortada, güzel ülkemizde sonlandıralım.
Her sene Çanakkale harbini anma
törenleri adı altında okullarımızda çeşitli merasimler tertip ediliyor.
Sayısız insanımızın hayatına mal
olmuş o korkunç savaşın toplumsal hafızamızda bıraktığı izler silinmiyor.
Silinmelerini de istemiyoruz zaten. Belki de düşman geçmesin diye hayatlarını feda
eden yüz binlerce insanımızın yaşadıklarını unutmayı, hatıralarına ihanet sayıyoruz.
Elbette yetişen çocuklarımızın da
yaşananlardan haberdar olmasını, dersler çıkartmasını arzu ediyoruz.
Ama unutmayalım ki bu korkunç
tecrübeyi, sadece belli bir zihni olgunluk seviyesine erişmiş olan yavrularımızın
sağlıklı bir şekilde kavramasını bekleyebiliriz.
Herşeyden habersiz miniklere bu
müessif hadisenin korkunç detaylarını anlatmak, pedagojik açıdan bir cinayettir.
Belki yüzlerce okulumuzda, güya
pedagojik formasyon almış öğretmenler eliyle, gariban Afgan çocukların canlandırdığı
sahnelerin benzerlerini yedi-sekiz yaşında sabilere sahneletiyoruz.
Küçücük
oğlan çocuklarına, vurulup ölmüş rolü yaptırıyoruz. Küçücük kız çocuklarına
onların cesetlerinin başında ağlayan kadınları oynatıyoruz.
Ne dediğinin farkında bile olamayacak
yaştaki yavrularımızı, hamasi şiirler okurken gırtlaklarını parçalamaya ne
kadar yaklaşırlarsa o kadar alkışlıyoruz.
Bayrağımızı selamlamadan uçan
kuşun yuvasını bozacağını haykıran yavrumuzu nasıl bir psikopat olmaya sevk
ettiğimizi fark edemiyoruz.
Maziyi anıyoruz diye kendimizi “jiletlememiz”, tarih şuuru taşıdığımızı
değil, ruhen hasta olduğumuzu gösterir.
Geçmişte ya da bugün ne kadar acı
çekilmiş olursa olsun, “hayat güzeldir”.
En çok da çocuklar için güzeldir.
Hiçbir gaye, bu güzelliğe
kastetmeyi mazur kılmaz!
Eğer Çanakkale harbinde can
verenler anılacaksa bunun yolu o zaman yaşanan korkunç terörü yeniden
canlandırmak değildir.
Belki de artık bir değişiklik yaparak
hamaseti bırakıp farklı sorulara cevap arama vakti gelmiştir.
Mesela, “Kader bizi adım adım bu
savaşın kucağına taşırken hangi stratejik hataları yaptık?” gibi.
Mesela, “Bir müdafaa harbinde bu
kadar büyük kayıplar vermemize neler sebep oldu?” gibi.
Mesela, “O gün yaşadıklarımızdan
askerî, iktisadî, içtimaî tüm dersleri çıkardık mı?” gibi.
Gençlerimizin zihinlerinde bu tür
sorulara cevap aramaya başlamalarını sağlamak, karanlığa sövmeyi bırakıp bir
mum yakmak olacaktır.
Twitter:
@salihcenap
Not: 2012 yılında, Afgan
çocukları hiç olmazsa böyle korkunç oyunlar oynamasın diye, onlara mülteci
kamplarını kuşatan dikenli tellere gelse bile patlamayan futbol topu vermek
üzere Afghan
KidsPlay (AKP) adında bir kampanya yapılmış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder