1 Mart 2009 Pazar

Aha tarihçilere bıraktım

Engin Ardıç - Sabah

Atatürk'ün doğduğu ev olarak bilinen ev, Atatürk'ün doğduğu ev değildir. O ev, Zübeyde Hanım'ın ikinci kocası, yani Atatürk'ün üvey babası Ragıp Bey'in evidir (Fikriye Hanım'ın da amcası.) Atatürk o evde elbette oturmuş, Manastır Askeri İdadisi'nden izinli çıktığı zamanlar gelip orada kalmış, fakat orada doğmamıştır. O evin arkasında bulunan, elli küsur yıl önce de Selanik Belediyesi tarafından yıktırılan, daha küçük bir evde doğmuştur! Fakat "resmi tarihçilerimiz", bu ikinci evi daha fiyakalı bulduklarından, doğduğu ev diye bunu tanıttılar! Bomba atanların ya da "tavaf turları" düzenleyenlerin kulakları çınlasın... Atatürk'ün 1881'de doğduğu da kesin değildir, bu tarih 1880 de olabilir. Çünkü Atatürk, 1296 tevellütlüdür! Rumi tarihle... Rumi 1296 yılı, miladi 13 Mart 1880 günü başlar, 12 Mart 1881 günü biter. (İstanbul'daki darbe girişiminin tarihi olan rumi 31 Mart'ın miladi 13 Nisan'a denk geldiğini bilemeyip, gericilere karşı protesto gösterilerini iki hafta erken yapan "şaşkaloz solcuların" da kulakları çınlasın...) Nitekim Atatürk'ün doğum yılı, 1934 Soyadı Kanunu'na, kendisine yeni bir nüfus kâğıdı verilene kadar hep 1880 kabul edilmiştir! Basında ve kitaplarda böyle yer almıştır. Kafalar o kadar karışmıştır ki, Atatürk'ün ölümünden tam bir yıl sonra, 10 Kasım 1939'da çıkarılan bir hatıra pulunda bile doğum tarihi 1880 olarak gösterilmiştir...

Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendi'nin fotoğrafındaki kişi de, Ali Rıza Efendi değildir! O kişi, 1876'da, anayasanın ilanı üzerine Selanik'te kurulan Asakir-i Milliye taburunda görev alan gönüllü subaylardan, bilinmeyen birisidir. Elde hiçbir Ali Rıza Efendi resmi bulunmadığından, "resmi tarihçilerimiz" bu adamı gözlerine kestirmişler ve onu Atatürk'ün babası yapıvermişlerdir... Nitekim bizzat Atatürk'ün kendisi, Falih Rıfkı'ya, "bu bizim peder değil" demiştir! Falih Rıfkı, Atatürk'ün bunu "alaycı bir dille" söylediğini de anlatıyor. Atatürk, dalkavuklarını adam yerine koymazdı pek... Biz hepsini milli kahraman yaptık. Hani herşeyi "tarihçilere bırakmaya" pek meraklıyız ya...

Ben de Andrew Mango, Cemil Koçak ve Ahmet Kuyaş'a sordum, bu yanıtları aldım. Kuyaş, konuyla ilgili makalesinin üst başlığında "Atatürk'ü bilmiyoruz, öğrenmiyoruz, ezberliyoruz" demiş... Aman Ahmet Bey, ayağını denk al, sonra yemediğin küfür kalmaz... Bana bakma, ben alıştım! Zor anlayanlar için özel açıklama Atatürk'ün şu evde ya da bu evde, şu tarihte ya da bu tarihte doğmuş olması, onun değerini, onun büyüklüğünü ne azaltır ne çoğaltır...

Ama bunları öğrenmek, gerçeği bilmemizi sağlar. Benim işim, görevim de budur: Gerçeği yazmak. Bu gerçeğin kimin hoşuna gideceği, kimin hoşuna gitmeyeceği, beni hiç ilgilendirmez!

Nitekim göreceksiniz, bu gerçeklere kimse aldırmayacak ve herkes, papağan gibi, kendisine dayatılmış olan yanlışlara "iman etmeyi" sürdürecek... Araştırmacı Robert Temple buna "consensus blindness" diyor, "üzerinde uzlaşılmış ortak körlük"....
Profesör Albert Einstein da "insanoğlunun sonsuz ve sınırsız ahmaklığı" demişti! Sanki Türk basınından bazı köşe yazarlarını okumuş da öyle bulmuş gibi...

Kaynak:
http://www.sabah.com.tr/haber,A9B945633B48448D99FC24350530C420.html

Hiç yorum yok: